ZEHİRLİ GÖLGE -ROMAN-
ZEHİRLİ GÖLGE -ROMAN-
Gölge dedi, gölgeleri sayıyordu sabahın erken vaktinde. Kuş sesleri, kargalar, keklik ötmeleri, kekik kokusu, gökyüzündeki güneş adeta bulutu yüzüne peçe yapmıştı. Erik, armut, elma, ayva, zeytin, kiraz gibi daha nice ağaçlar vardı. Cennet gibi beş yüz dönüm tarla... İçindeki akan sular, yanı başındaki şelale, hemen küçücük tepenin arkasına saklanmış koca nehir, nehrin Marmara Denizi ile kucaklaştığı yer… Bu cennet, adeta bir zamanın sabırla beklediği sırları taşıyordu.
Ama Gölge, öylece otururken, bir yandan da fark etti. Gözleri sabahın ilk ışıklarıyla parlayan, yavaşça akan suyun üzerindeki yansımalarda, hiç de fark etmediği bir şey vardı. O su, zamanın peşinden değil, zamanın kendisiyle akıyordu. Gölgenin her adımı, tarlanın her köşesine düşen gölgesi gibi, zamanın derinliklerine iniyordu. Nehir, bir yandan akan suların uğultusuyla Gölge’ye eski bir hikâye fısıldıyordu.
Gölge Dede, sağ elini alnına koyarak uzaktaki atlıyı fark etmeye çalışıyordu. Fakat atlı çok uzaktaydı. Göz için uzak yakınlık bir kusurdu, ama Gölge Dede bunu önemsemezdi. Her şeyin bir ölçüsü, bir uzaklığı vardı. Gözler bu mesafeyi sadece görülebilir kılmakla yükümlüydü. Fakat akıl, bu kusuru görmek yerine, doğruyu bilmeye ve her şeyin özüne inmeye yardımcı oluyordu. O an Gölge Dede'nin gözleri, sadece uzakları görmekle kalmıyordu; aynı zamanda bir zamanlar geride bıraktığı, geçmişteki kırıkları, kaybolan yollardan geriye düşen izleri de görüyordu.
Gölge Dede’nin yaşlı gözlerinde, bir zamanlar yakın olan şeylerin nasıl uzaklaştığını, uzakların ise yavaşça yaklaşarak iç içe geçtiğini görebiliyordu. Akıl, mesafeyi bir illüzyon gibi sarmalıyor ve gözleri, bu illüzyonları çözme yeteneğiyle donatıyordu. O atlı, sadece fiziksel bir varlık değil, aynı zamanda zamanın, geçmişin ve geleceğin bir simgesiydi.
"Mesafe," dedi Gölge Dede, "sadece bir halüsinasyon. Ne uzaklık, ne yakınlık var aslında. Her şey zamanın içinde bir noktada kesişir."
O anda, uzaktaki atlı, Gölge Dede'nin zihninde daha yakın, daha anlaşılır bir hale geldi. Zamanla, mesafe ne kadar artarsa artsın, doğruyu bilmek her zaman mümkün oluyordu.
Ama sabahın bu saati, bir gölgeyi değil, yeryüzünün en saf halini arayarak başlamıştı. Sonra fark etti; o sabah, Gölge kendini en derin gölgesinde bulmuştu. Gölgesi, her ne kadar güneşin ışığında kaybolsa da, karanlıkta yansıyan ruhunun bir parçasıydı.
Gölge Dede, derin bir iç çekerek, “Aaahhh… Nedir şu gölgelilerden çektiğimiz…” diye mırıldandı.
Gölgesiz Gölgeliler, gölgesini sandığa koymayanları gözetliyordu. İlçeye, gölgesi olmayan kimse kalmamıştı. Gölgeliler, gölgesini sandığa koymayanları bir listeye kaydediyor, baş gölge ise tüm gölgeleri toplar, yetkili gölgelere teslim ederdi.
Gölge Dede’nin gözleri uzaklarda bir yere takıldı, ama atlı uzak bir figür gibi görünüyordu. Bu uzaklık, gözün bir kusuruydu, ancak akıl, bu kusuru görmeden doğruyu bilmeye yardımcı olurdu. Akıl, zamanla mesafenin yanıltıcı olduğunu öğretmişti. Gölge Dede, aklın gözlere sunduğu ölümsüz bakışla geçmişi ve geleceği bir arada görmeye başlıyordu.
“Mesafe,” dedi Gölge Dede, “sadece bir halüsinasyon. Ne uzaklık, ne yakınlık… Her şey zamanın içinde bir noktada kesişir.”
O an, uzaktaki atlı, Gölge Dede’nin zihninde bir anda daha yakın, daha belirgin hale geldi. Zaman, mesafeyi değil, doğruyu göstermişti.
Ama sabahın bu saati, bir gölgeyi değil, yeryüzünün en saf halini arayarak başlamıştı. Gölge Dede, sabahın ilk ışıklarıyla derin düşüncelere daldı. Gölgesi, güneşin ışığıyla kaybolsa da karanlıkta, ruhunun bir yansıması gibi parlıyordu.
Atlı, Dede'nin önünde durdu. Gölge Dede, bir süre sessizce bakarken, atlı yaklaştı ve aniden sordu:
“Gölgenizi sandığa koydunuz mu, Dede?”
Gölge Dede, gülümseyerek yanıtladı: “Her gölge bir zamanın hatırasıdır, ama bazen en derin gölgelere bakmak gerekir.”
Atlı, Dede'ye doğru eğildi ve onun söylediklerine kulak verdi. “Gölgesiz kalanlardan mı korkarsınız?”
Gölge Dede, atlıya bakarak bir süre sessiz kaldı. Sonra ağır ağır cevapladı: “Gölgesi olmayan, kendisini bile göremez. O, ne geçmişi ne de geleceğiyle bir bütün olabilir. Bizler, gölgelerimizle varız.”
Gölge Dede'nin sözleri, Atlı'nın zihninde derin bir yankı uyandırdı. Bir an durakladı, sonra gözleri tarladaki ağaçlara takıldı. Her biri farklı bir yaşanmışlığın izini taşıyan bu ağaçlar, gölgeleriyle huzur veren bir örtü gibi duruyordu. Atlı, bir gölgenin altına oturmak istedi, fakat Gölge Dede’nin söyledikleri aklından çıkmadı.
Her gölgeyi şifa zannetme, dedi Gölge Dede. Atlı, Gölge Dede'nin öğüdünü hatırlayarak dikkatle çevresine bakındı. Her gölge, bir anlık sükunet sunsa da, gerisinde ne olduğunu kimse bilemezdi. "Belki de şifa yerine zehir taşır," diye düşündü.
Gölge Dede'nin sözleri, birden çok anlam kazandı. Zehir hemen öldürür, ama yılanın zehiri bile bazen şifadır. Yılanın zehiri, bir tedavi aracı olabilir. Ancak insan gölgesi… İnsan gölgesi, bir yılanın zehrinden çok daha tehlikeliydi. O gölge, zamanla insanı sarar, düşünceleri karartır, ruhunu zehirlerdi. Birçok insan, başka insanların gölgelerinde kaybolur, kendi gölgelerini unuturdu. Oysa her gölge, sahip olduğu karanlıkla birlikte geliyordu.
Atlı, bir süre sessiz kaldı. Bir gölgenin, ne kadar sığ ya da derin olursa olsun, içinde mutlaka bir tehlike barındırdığına inanmaya başladı. Şifa ve zehir arasındaki ince çizgi her zaman görünür değildi. Bazen gölge, ışığı karartmadan var olmalıydı. Bazen de insan, kendi gölgesinin içinde kaybolmaktan korkarak, başka gölgelerden uzak durmalıydı.
Gölge Dede, sözlerini derin bir anlam yükleyerek bir kez daha tekrarladı. "Bak, kaldığımız ildeki sandıklara konulan gölgelere," dedi, "her gölge kendi inancına göre meclise bir gölge seçiyor. Hangi gölgeden çoksa, o mecliste beş yıl gölgelenecek. Eşini dostunu, yakınını, çevresini gölgelendirecek. Gölgesine koyanlar ise bir sonraki beş yılı bekleyecek. Beş yıl boyunca seçtiğin gölgeyi bir daha göremeyeceksin. Beş yıllığına gölgeni verdin. Bir daha sorma."
Gölge Dede'nin sözlerinde bir acımasızlık vardı, bir gerçeğin ağır yüküyle yoğrulmuştu. Atlı bir an duraksadı, derin bir nefes aldı. Gölge Dede devam etti: "Geldiklerinde, ‘Haydi, bakalım. Bir beş yıl daha gölgelenmek için verin, kurtulun. Yoksa zehirli gölgeler, zehir kusacak… Biz sadece gölgelendik. Eş dost güzelce gölgeler altında dinleniyor. Sizin sayenizde ancak meclis gölgelenebilir.’"
ABDULLAH SERTKAYA