5 ay önce | Okunma Sayısı : 37
Bir Neslin Sessiz Çığlığına Kulak Verin
Öğretmen bu kadar tepki vermese iyiydi…” diyorlar. Evet vermeseydi iyiydi.
Belki haklısınız. Keşke vermeseydi. Ama o tepkinin arkasında biriken ne var, gören var mı?
Bir öğrenci düşünün... Henüz kişiliği bile tam oturmamışken, zihni televizyonla, tabletle, telefonla ve bilgisayarla (yani 3T 1B ile) yoğrulmuş.
Annesi ve babası biraz kafamı dinleyeyim diye mama yediği andan bu yaşına kadar çocuğun eline tableti tutuşturmuş.
Bu öğrenci ekranlardan öğrendiği her çirkinliği bir "özgürlük", bir "ifade biçimi" sanıyor. Ve bu öğrenci, eğitim yuvası olan sınıfa, sadece kendi benliğini değil, tüm o çarpık ekran kültürünü de beraberinde getiriyor.
Kendini ifade etmiyor aslında — başkalarının hakkını gasp ediyor, sınıfın huzurunu baltalıyor, öğrenme hakkını hiçe sayıyor. Öğretmeni uyarıyor. Bir kez değil, iki kez değil... Üç kez, belki daha fazla. İncitmeden, anlamasını umarak, kazanabilmek için... Ama nafile.
Ne sesini duyurabiliyor ne de karşılık bulabiliyor. Sonra ne oluyor biliyor musunuz? Rahatsız edilen değil, rahatsız eden değil, uyarıya kulak tıkayan değil — Uyaran öğretmen "suçlu" oluyor. Oysa o öğretmenin sesi, sadece ders anlatan bir ses değil.
Tüm toplumu uyarı niteliğinde bir çığlık o. Tüm sosyal medya sebep sonuç ilişkisine bakmadan öğretmeni suçlamış yazık çok yazık. Hocanın kontrolden çıkmış bir nesli geri çağırma çabasını görememiş. Ailede veril(e)meyen terbiyenin telafisi için harcanan bir ömrü farkedememiş.
Kendi çocuğuymuş gibi korumaya çalıştığı bir can için duyulan iç acısını anlayamamış. Bugün o öğretmen susturulursa, yarın çocuklarımızı kim koruyacak? Bugün sınıfın huzurunu sağlayan değil, bozan haklı çıkarsa, geleceğimizin huzurunu nasıl kuracağız?
Eğitim sadece bilgi aktarmak değildir. Eğitim, çocukların karakterini yoğurmak, doğruyla yanlışı ayırmalarını sağlamak, ahlakla ilimi birlikte vermektir. Ama bu görev, yalnızca öğretmenin omzuna bırakılamaz. Aile yoksa, müfredat ve toplum desteklemiyorsa, ekranlar terbiye veriyorsa, öğretmen ne yapsın? Ancak sağduyulu aklım selim bir iki öğretmen böyle feryat eder.
O sınıfta çırpınan ve bu noktaya gelen öğretmen sadece bir öğrenciye seslenmiyor. Tüm topluma, tüm ailelere, tüm gelecek kuşaklara haykırıyor: "Evet, o öğrenciyi disipline gönderebilirim... Ama hangi birini göndereceğim? Bir sınıfta yalnızca bir çocuk değil, ekranların şekillendirdiği onlarcası var. Bugün birini disipline yollarım, peki ya yarın? Her gün aynı saygısızlıkla, aynı ilgisizlikle, aynı vurdumduymazlıkla yeniden yüzleşmek zorunda kalıyorum.
Peki ya bana yapılan saygısızlık?
Bir çocuğun gözlerimin içine bakarak umursamazca sergilediği o tavır, hangi disiplin kuruluna anlatılır?
İnsan, öğrencisinden incinir mi demeyin… İnanın, bazen en derin yarayı küçücük bir ses, bir bakış, bir küçümseyiş açar.
Gururum kırılıyor — yalnızca öğretmenliğim değil, insanlığım da inciniyor. Ama bu hangi disiplinin konusu?
Hangi maddeyle korunur bir öğretmenin onuru?
Evet tüm topluma haykırıyorum çaresizliğimi ve sona gelişimi.. "Yalnızım... Ama vazgeçmeyeceğim!""